Saturday, June 30, 2012

*

bazen ölsem diyorum.
hemen şuracıkta. tam şuan. ölmek istedim. işte bazen istiyorum böyle.
ama nedense bir türlü ölemiyorum. hayır, istemiyorum abi ya. istemiyorum nefes almak. nefes aldığımda burnuma dolmayacaksa kokun, nefes almıyım ya. gerçekten almıyım yani.
ya da ne bileyim. sana sarılamayacaksam, hissedemeyeceksem bunu. gerçekten kessinler kollarımı. dokunamıyım. ne biliyim sakat falan kalayım, felç geçireyim.
ya da beynimi alsınlar benim ya. gerçekten. eğer seni düşünemeyeceksem, her gece seninle ilgili hayaller kuramayacaksam alsınlar beynimi. istemiyorum.
eğer kalbim senin için atmayacaksa. ne biliyim ya. söksünler işte onu ordan. hatta sol kaburgamı söküp gitsinler. sen olmayacaksan da öldürsünler beni. gerçekten. öldürsünler.

hani nasıl biliyo musun. anlatabiliyo muyum ya da. bilmiyorum. ama sen yokken ben fazlaymışım gibi. aslında olmamam gerekiyomuş gibi. sen yokken ben fazlayım işte. anlıyo musun? sen yokken ben her saniye daha çok azalıyorum. yok oluyorum. varlığın yetiyodu. ne bileyim ya. hani ne desem de, gelmeyeceksin. aklına bile gelmicem. gelmiyorum da. istemiyorsun çünkü. alışmışsın sen. ben yokken sen iyisin ya. gerçekten. çok iyisin. bilmiyorum. ama. ben yokken daha mutlusun sanki. belki de iyidir böylesi. en iyisidir.  hoşçakal. tam şuan vazgeçtim senden. şu dakka oldu. vazgeçtim.

Thursday, June 28, 2012

ölü adama ithafen

seni yazmıyordum uzun zamandır. seni hatırlamak istemiyordum. seni hatırladıkça sol tarafıma bi sancı giriyodu çünkü. sol kaburgam sökülüyordu sanki yerinden. seni hatırladıkça ilk sigara içtiğim an gibi öksürüyordum. seni hatırladıkça boğazımdaki yanma daha dayanılmaz bi hal alıyodu. seni hatırladıkça ben biraz daha yok oluyodum.

ama yine hatırladım seni. yine acılarımı bıraktığım yerden aldım elime, gidiyorum. nereye gidiyorum? nerdesin? söyle. gelicem çünkü. bak çok özledim seni. sarılmam lazım. sarılmasam bile, sesini duymam lazım. keşke duysan beni. ya da ne bileyim, görsen senin için karaladığım cümleleri. ne kadar özlediğimi hissetsen. merak etsen, düşünsen beni. sadece bi'kez ya. bi'kez. çok bişey istemiyorum ki senden. ama bunlar bile fazla sana dimi? çünkü sen hiçbir şey yapmazsın. beklersin sen. durak gibi, beklersin. insanlar gelir gider ama sen kalırsın dimi? kalarak gidersin sen. umursamazsın. kendini düşünürsün, bencilsin.

keşke bu denli bencil olmasaydın. belki o zaman acım hafiflerdi. belki o zaman "seni bırakmıcam" dediğim için pişmanlık duymazdım. keşke yanında biraz daha kalabilmem için o otobüsü bir süre daha bekletseydik. keşke yanında olabilseydim. ama yapamadım. yapmak istedim, olmadı. o kadar kırıldım ki, hatta her defa kendimi birleştirsem de bu kez yapamadım. darmadağın oldum bir de üstüne üstlük her tarafa dağıldım! yokum artık. olmak istediğim kadar yokum. seni sevmek istediğim kadar nefret ediyorum artık senden. nefret ediyorum.

Monday, June 25, 2012

ölü adam

uyandığımda yanımda yoktu. bir an uyuduğum en huzurlu uykunun zehir olacağını düşündüm. yataktan kalkıp terliklerimi giydim. içerinin sessizliğini dinledim biraz, evde yoktu, gitmişti.

banyoya girdim. aynanın karşısına geçip ağlamaya başladım. ne kadar ağladığım konusunda en ufak bi fikrim yok. ama çok fazla değildi. yüzü yıkayıp, dişlerimi fırçaladıktan sonra çıktım banyodan. tekrar odaya dönüp pijamalarımı çıkardım ve kıyafetlerimi giydim. aynaya baktım, hiç fena görünmüyordum. gerçi nasıl göründüğümün bir önemi yok, gitmişti.

odadan mutfağa doğru gidişime bir koridor eşlik etti bana. ben de o koridoru düşünmek için kullandım. nereye gittiği konusunda fikirler üretmeye çalışıyordum. aklıma bir kaç fikir geldi lakin düşünmekten vazgeçtim. dolaptan soğuk suyu çıkarıp kafama diktim, tekrar indirdiğimde su şişesinin yarısı artık yoktu. bu da alışkanlıklarımdan biriydi aslında, uyanır uyanmaz soğuk su içmek.   daha sonra kafamı kahvaltı masasına doğru çevirdim. ve yüzümde oluşan o koca gülümsemeyle yarım saat kadar kahvaltı masasına baktım. o anda biri beni görse, deli olduğumu düşünürdü. hatta bundan emin olurdu.

birden evin kapısı açıldı, gelen oydu. koşarak sarıldım ona. geçen bir saatin, içimde biriktirdiği bir senelik özlemle sarıldım. şaşırdı ilk önce ama sonra anladı sanırım. o da sımsıkı sarıldı bana. her zaman ki sarılmasından biraz farklıydı. hep "gidecekmiş" gibi sarılırdı ama bu kez hep "kalacakmış" gibi sarıldı. burnuma bir öpücük kondurdu ve kahvaltı masasına geçtik. birlikte ettiğimiz ilk kahvaltıydı diyebilirim. yemek yerken onu izlediğimi de itiraf edebilirim. hatta onu izlemekten yemek bile yiyemediğimi söyleyebilirim. ölü bir adama hiç benzemiyordu yemek yerken. nasıl desem, ölüler korkutucu olmaz mıydı? o ise yemek yerken dünyanın en tatlı insanı oluveriyordu. içimden yanaklarını sıkmak geldi, yapmadım. onun yerine salamımdan bir ısırık daha aldım ve kalktım kahvaltı sofrasından.

kahvaltı masasını topladığını duydum. bu iyi bir şeydi. bu çok iyi bir şeydi. artık ölü olmak istemiyor gibiydi, belki de benimle kalmak istiyordu. belki de bırakmayacaktı beni. hep "kalacak" gibi sarılacaktı ve kalacaktı da. hep yanımda olacaktı. bunların hayalini kurmaya devam ettim çünkü elimde olan tek şey buydu. şu anlık.

‎"yo yo. bişiy anlatmak zorunda değilsin ya. sadece merak ediyorum yani. neden böyle bişey yaptın? neden böyle bişey yapma ihtiyacı duydun? hayır ne bekliyosun yani? daha napmamı istersin? napiyim mesela? senin için ölürüm. gerçekten ölürüm. yani ölmemi istiyosan yaparım. gerçekten. yaparım bunu da. seni seviyorum. sürekli bi oyun, oyun, oyun. ya valla çok yoruldum ben. o kadar yoruldum ki böyle kafamı koysam yıllarca uyurum. valla. artık oyun oynama bana, nolur. bana oyun oynamayın ya. ben bu oyunu bozarım ama."

Sunday, June 24, 2012

ölü adama mektup;

bilmem.
belki.
bir gün.
gelirsen.
diye.
işte.

hepsi ayrı hisler ifade eden kelimeler yazdım sana yukarıda. tek başına kullanıldığında bile anlamları olan. hepsi "sana duyulan özlem" kokan.

bilirsin. ya da bilmezsin, bilemiyorum. seni özlüyorum. senin, mutlu olmayı özlediğin gibi seni özlüyorum. ya da nasıl desem işte, senin, gitmeyi istediğin gibi istiyorum seni. "bana alışma" dedin. aslında demedin ama beni her kırdığında bana bunu hissettirdin. seni bu hayata bağlayacak bir şeyler olmasından korkuyorsun değil mi? seni bu hayata bağlamamdan korkuyorsun. bilmem.

olmadığın her saniye, nefes yerine, böyle nasıl desem. zehir gibi ya. sen yokken aldığım her nefeste canım acıyo benim. peki neden yoksun? hep gitmek için mi? kalmamak için mi? canın yandığı için mi yakmak istiyorsun canımı? herkesin senin çektiği acıyı çekmesini mi istiyorsun? yalnız mı kalmak istiyorsun her zaman olduğu gibi? yoksa daha fazla kırmamak için mi gidiyorsun? kır beni. kır. ama beni bırakma. gitme. gitmemen gerek çünkü.

ama.
ölüler.
hep.
gider.
dimi?

nefes alıyorsun. kalbin atıyor. ama yaşarken ölüyorsun. her saniye daha fazla ölüyorsun. içten içe yok ediyorsun kendini. kendin yapıyorsun bunu. ama başkalarına suç atmak daha kolay dimi? giden senken, başkalarının gittiğini düşünmek vicdanını rahatlatıyor değil mi? "herkes gidiyor" derken bile herkes yerine kendini koyan bir adamsın sen! giden adamsın. hiç kimseyi düşünmeden. ardına bile bakmadan. bir insanın, bir ölüye bağlanmasına müsade etmeden. gidiyorsan demek, işte beni düşünmeden. gidiyorsan demek, bi sebebi yok. keşke yapmasaydın bunu. keşke kendini öldürmeseydin. kendi nefesini her gün biraz daha azaltmasaydın.

belki.
mutlu.
olabilirdik.

ama istemedin. sen en kolayını seçmedin mi sahi? en kısa yoldan gitmedin mi? daha beni tanımadan öldürmedin mi kendini? yapma. daha çok öldürme kendini. bırak. üzerindeki ölü toprağını birlikte atalım. sen benim ellerimi tutarken... ben sana sımsıkı sarılırken... birbirimizi hiç bırakmadan.

özür dilerim. seninle ilgili hayal kurma hakkını kim veriyor bana?!

sonu olmayan hikaye-

“çok yabancı bakıyorsun.”
“nasıl bakmalıyım?”
“daha sıcak.”
“nasıl olacak o?”
“aşkla.”
“sana aşık değilim.”
“sana aşığım.”
aslında yıkıldım. ya da yıkıldığımı sandım. belki hâlâ ayaktaydım ama yürümeye gücüm yoktu. bu konuşma ağır geldi bana, onu orada bırakıp çıktım. oturduğumuz kafe, oturduğumuz kafedeki insanlar. hepsi üstüme üstüme geldi sanki bir anda.
ben bunları yaşarken o öküz hâlâ sigarasını sömürmeye devam ediyordu. oysa, 2 yılımız beraber geçmişti ve beraber onca şey yaşamıştık. beni aldattığını bile düşündüm bazı zamanlar. başka bir kadınla birlikte olduğunu falan. ama olabilitesi yüksek şeylerdi bunlar, motoruma atladım. her zaman "dikkat et şunu sürerken." deyişlerini hatırladım ve daha bi yüklendim gaza. çevremdeki her şey hızlıydı o an. çok hızlıydı. gözlerimi kapattım. gözlerimi kapattığım anda tekrar "sana aşık değilim." dediği an geldi gözlerimin önüne. bir kez daha tiksindim. açtım gözlerimi.
yavaşladım. sessiz bir yerdeydim. indim motordan, sakladığım rakı şişesini çıkarttım. sek olarak diktim başıma, boğazlarım yandı. sonra gözlerim. kan çanağına dönen gözlerimi hissettim ama aynaya bakmamak için çok direndim. sonunda cebimden bir ayna çıkarıp nasıl göründüğüme baktım. "beynim bulanıyor." "beynim çok bulanıyor." "eve gitmeliyim."
onu aramaktan başka çarem kalmadı. cep telefonumu çıkartıp numarasını tuşladım. sarhoş halimde bile aklımda orospu çocuğunun numarası.
"efendim."
"iyi değilim."
"ne yapabilirim?"
"gel al beni."
"işim var.
"peki."
kapattım. konuşmamız yine pek verimli geçmedi, atladım motoruma. yavaş yavaş evin yolunu tuttum. eve geldiğimde ev sessizdi. ben de öyle. gücüm kalmadı. gramofona doğru yürüyüp eski bir plak taktım. dinlemeye başladım. boğazımdaki yanmaya yenik düştüm bir süre sonra, ağladım. hıçkırarak. çok ağladım. sonra da uyudum, sanırım. yorgunum.

özlemek, 7 harf, 2 insan, 2 farklı şehir, 498739758934 duygu.

hani çok özlüyorsun ya bazen, avazın çıktığınca susuyorsun. sonra canın çıkana kadar özlüyorsun. canın çıkana kadar. geberene kadar. 
her koku onun kokusunu anımsatıyor. tüm yollar, onunla birlikte gezdiğin yollara benziyor. tüm insanlar "o" olmuş. onun gibi cümleler kuruyorlar. onun gibi bakıyorlar. onun gibi sarılıyorlar. belki ondan daha huzur verici olan şarkılar var. ama onlar bile onu anımsatıyorlar.
uyandım.
rüyadan uyandım. sevdiğini sandığım rüyadan. kandırdım kendimi. biraz daha kandırmak istiyorum aslında. tekrar uyusam, o rüyaya dönebilir miyim? yanında olduğum hani. kollarımda olduğun. boynunu öptüğüm. hani sarıldığım. hani sevdiğin.
hmm. aykırı sevdim ben. aşırı sevdim. canım çıkana kadar sevdim hani, ne bileyim. hay amına koyim ya. neyse.
sanırım toparlayamıcam. olsun. aykırı oldu. ama şey. 
ANANIN AMI.

Saturday, June 23, 2012

ölü adam

gecenin bir yarısı uyandı. yataktan kalkıp sigara paketine uzandığını gördüm. kapıyı yavaşça kapattı, biraz aralık kalacak şekilde. daha sonra da odadan sessizce uzaklaştı. her gece yapardı bunu ama bu gece farklıydı.


arkasından gitmedim. yataktan kalktım, parmak uçlarımla yavaş yavaş kapının arkasına geçtim. kapının aralığından baktım ona. aylar sonra ilk kez sigarasını yudumlayışını izledim. dudaklarının arasındayken sigara, kıskandım sigarayı. dudaklarını izledim bir süre. her gece dudaklarıma, tenime dokunan dudaklarını izledim. güzellerdi. kalbi gibi güzellerdi. dumanı içine çekişini izledim sonra da dumanı dudaklarının arasından ve burnundan geri çıkarışını. o çok güzel bir adamdı. onun hakkında söyleyebileceğim tek şey buydu çünkü başka hiçbir kelime onun karşılığını vermiyordu.


her gece kırardı kalbimi. aslında her zaman kırardı. ama hep yanımda olurdu. güven verirdi bana. birden kafasını çevirdi ve odamıza doğru baktı. hemen kafamı içeri çektim ve direk yatağa girdim. odaya gelmesi çok uzun sürmedi.


"hayatım?" diye seslendiğini duydum. ama sesimi çıkarmadım, uyuyor taklidi yapmaya devam ettim. tekrar içeriye döndü. televizyonu açtığını duydum ki bunu her gece yapardı. ağlardı. saatlerce ağlardı. yanına gitmezdim çünkü geçmişten gelen bir alışkanlığıydı bu. biz, bu yola birlikte girmeden önce bazı kararlar almıştık. birbirimizin geçmişine karışmayacaktık. öyle de oldu. ikimiz de geçmişteki alışkanlıklarımızı sürdürdük. ben çeşitli uyku hapları kullanmaya devam ettim, o ise ölmeye. aslında ikimizde yavaş yavaş ölüyorduk ama bir tek fark vardı, o zaten ölüydü. ölüyken tekrar ölmeyi deniyordu ve bunu başarıyordu da.


gözlerimi yumdum. uyuyacaktım. çünkü gelmeyeceğini biliyordum. her zaman ki gibi, orada sabahlayacaktı. uyumayacaktı. peş peşe yakacaktı sigaraları. tüm paketi içecekti, pakette bir tane bile sigara kalmasına müsade etmeden. uyumaya çalıştım. hatta gözlerimi kapatıp küfürler bile saydım. aslında küfür değil, koyun saymam gerekiyordu. ama ben böyleydim. iyi biri değildim. biri değildim. bir kişiliğim yoktu, değişemezdim.


birden odanın kapısı aralandı. refleks olarak kafamı döndürüp, kapıya doğru baktım uykulu gözlerle. aslında refleks değildi, korkuydu. eve hırsız girdiğini sanmıştım çünkü o gittiği zaman geri gelmezdi. ama yanılmıştım. gelen hırsız değil oydu. yatağa geldi ve bana sımsıkı sarıldı. ilk kez yapıyordu bunu. yani bunu derken, ilk kez o odadan geri geliyordu. şaşırdım. biraz da garipsedim aslında. ama belli etmedim. o bana sarıldığında huzur buluyordum... onun bana sarılması benim midemi alt üst ediyordu. ama iyi anlamda. yani çok heyecanlanıyordum. midemdeki kelebekler taklalar atmaya başlıyordu adeta. kafamı boynuna gömdüm bir süre. "bir ölü böyle güzel kokamaz." dedim, içimden. daha sonra da kafamı kaldırıp kocaman gülümsedim suratına. hiçbir tepki vermeden gözlerini kapattı ve alnıma doğru eğilip bir öpücük kondurdu.


"gitmeyeceğim." dedi. ve asıl huzur buydu. sustum. o gün ilk kez birlikte gün doğumunu izledik. yan yana. sabaha kadar sarıldım ona. ne zaman uyuduğumu bilmiyorum ama uyumuşum. ve o uyku, uyuduğum en huzurlu uykuydu...


durduk yere aklıma geldin.
durduk yere, gözlerinin içine bakıp duman'ın "seni kendime sakladım" şarkısını söylemek istedim.
ezbere bildiğim tek şarkısını.
gözlerinin içine bakıp...

Friday, June 22, 2012

*


peki ya beynimizin içindeki sesleri nasıl susturucaz?
susmuyorlar. hiç ara vermeden konuşuyorlar. sürekli ne yapmam gerektiğini söylüyorlar bana.

deliriyor muyum? kendi kendime konuşmaya başlayalı uzun yıllar oldu. belki de ilk belirtim buydu. sonra etraftaki herkes sustu. sadece kafamın içindekiler konuştu. dün gece ilk defa, kedimin miyavlamasını duydum. ilk önce sesin beynimin içinden geldiğini düşündüm lakin yanıldım. yastığımla örttüm kulaklarımı. acıdı kulaklarım, canım yandı. ama duymak istemiyordum insanların saçma salak konuşmalarını. duymak istemiyordum seslerindeki o iğrenç tonları. duymak istemiyordum hiçbirinin konuşma biçimini. hiçbirini duymak istemiyordum! mevsimleri duymak istiyordum ben... sonbaharda dökülen yaprakların sesini, ilkbaharın o hafif rüzgarını, yazın denizin köpürüşünü ve kışın ise yağmuru... sadece mevsimleri duymak istiyordum ben, insanların sarhoşluk kokan kahkahalarını değil!

o gece uyuyamadım açıkçası. çünkü beynimdeki sesler sustu. garipsedim, yoldan geçen arabaların sesi beynimi zonklatıyordu. ellerimle kapattım kulaklarımı o gün gezerken. bir daha asla beynimdeki sesleri duyamayacağımdan korktum. bir daha huzura eremeyeceğimden korktum. ama yanılgım yanlıştı. çünkü ben yalnızdım. duyabileceğim tek ses kedimin sesiydi. ya da caddeden geçen otomobillerin sesleri. dışarı bile çıkmıyordum artık, soyutlamıştım kendimi. kimsenin beni hatırladığı falan da yoktu zaten. iyiydim böyle bir başıma. istediğim bir şey olursa da telefonla sipariş ediyordum, ihtiyacım olan her şey elimin altındaydı.

bir gün, hayatımın en mükemmel adamıyla tanıştım. ölmüştü o da. aslında bana duymayı öğreten oydu. etrafımdaki pislikleri, insanların ve hatta kendimizin bile gereksiz olduğunu bana anlatan oydu. çünkü o çok ölüydü. mezarda, toprak altında yatanlardan bile daha ölüydü. ikimizin de özlediği şeyler vardı ama biz bir türlü sarılamıyorduk. ve sarılmayacaktık. sarılamayacaktık. çünkü o ölüydü ve ben ölülerden tiksinirdim! tiksindiğimi anlamış olacak ki ardına bile bakmadan gitti. zaten o hep giderdi, kalmazdı. geride kalan insanları hiç düşünmeden giderdi. çünkü ölüydü o ve onun gelişi sadece hayalet görmeyle eş değerdi. herkes giderdi. ölüler bile. giderdi.

toparlayamadım zaten sonra. aklım hep onda kaldı. bir insan karşısındaki insanı nasıl hiç düşünmeden üzebilir? peki ya, karşısındaki insanı hiç düşünmeden nasıl gidebilir? şimdi ben de bir ölüyüm. sayesinde.

Thursday, June 21, 2012

yine gece olmuş.

oluyo arada böyle şeyler.
gece oluyo.
sonra tekrar gündüz oluyo.
yeni yiyecekler tadıyorsun.
yeni arkadaşlar ediniyorsun.
ailenle bi küsüp, bi barışıyorsun.
her şey değişiyo.
giden gidiyo.
kalan kalıyo.
ama o hiç gelmiyo.
değişmeyen tek şey.
sen yine hep özlüyosun.
kalbime

tekme

atılmış

gibi

hissediyorum.

*

bu kadar yalnız olmayı istemedim.
bu kadar yalnız bırakılmayı hak etmedim.
ama hepsini kendim seçtim.

kimseye ihtiyacım olmadığını düşündüm. çünkü karşıdan karşıya kendi kendime geçebiliyordum artık. eskiden geçemezdim, annemin veyahut babamın elini tutmadan. zaman çok şeyi değiştiriyormuş, seni, beni, herkesi, her şeyi. zamanla masumiyetimizi kaybediyormuşuz. geriye kalan sadece anılar oluyormuş. ki onlar bile unutuluyormuş zamanla. bir önemi kalmıyormuş. fotoğraflar yakılıyormuş birlikte çektirilen. birlikte çekilen acılar kalıyormuş sadece, sol tarafımızı sızlatan.

bi şebnem ferah şarkısı olamadık mesela. ne bileyim, zaman geçse de üzerinden hep aynı kalamadık. hep aynı etkiyi yaratamadık. yahu, bittik biz! biz kalmadı. nasıl desem. mahkum olduk. dünyanın en kalabalık hapishanesinde esir kaldık. "yalnızlıkta." gerçekten de öyle... o kadar çok insan var ki, yalnız olduğunu haykıran. o kadar çok insan var ki etrafındaki kuru kalabalıktan sıkılan... o kadar çok insan var ki yalan kokan. kaçmamak elde değil. ya da saklanmamak. insanlardan uzak durmamak. mümkün değil. değil işte.

"ne zaman öleceksin peki?"
yalnızlıktan. ne zaman etrafındaki insanlardan sıyrılıp gerçek yalnızlığa adım atacaksın?

yaşamıyorum. yaşayamıyorum. yaptığım tek şey nefes almak.

Wednesday, June 20, 2012

"bu kadar özlenen biri nasıl olur da gelmez"

bugün twitter takipçilerimden bir tanesinin yazdığı bu sözle irkildim. bi silkelendim. bi kendime geldim. adam tamı tamına şöyle yazmış, bir de o 140 karaktere sığdırmış "blogunu inceledim de, o adam çok şanslı olmalı. ama çok da şerefsiz. bu kadar özlenen biri nasıl olur da gelmez?" etkiledi beni. bi durup düşündüm. "neden gelmiyo bu itoğluit?" dedim kendi kendime. sonra da dedim ki "bu zamana kadar gelmeyen herif bundan sonra hiç gelmez." baz gaza gülşah dedim ya. bekleme dedim. bas git dedim. hatta "oğlum bak git." bile dedim.
sonra da beklemeyi bıraktım. ama hala özlüyorum. aslında özlememem gerekiyo, ama özlüyorum. çünkü, sanki havadan aldığım tüm oksijen o olmuş gibi. aldığım tüm nefeste onu içime çekiyormuşum gibi. sürekli kalbime ve beynime doluyormuş gibi...
sahi.
bu kadar özlenen biri nasıl olur da gelmez?

Thursday, June 14, 2012

nassı bişiysin leyla ile mecnun

ya bağımlılık yaptı resmen.
evde 3 tane bilgisayar var ikisi laptop. biri masaüstü.
masaüstü olanla ses sistemi yok, kullanamıyorum. laptop'un biri anneme diğeri ablama ait. besleme gibi onların bilgisayarlarından izliyorum.
onlar bilgisayarları alınca telefondan izliyorum.
böyle bi bağımlılık oldu bende. böyle bi sevdim ben o diziyi. böyle bi zamanım geçmiyo o diziyi izlemeden. yani şuan burada oturup bunları yazmam mucize gibi bişiy.
hayır o kadar pişmanım ki ilk başta izlemediğime...
"amaaan, güzel bi dizi değildir bu." dediğim günlere lanet olsun.
bana bu diziyi enjekte eden herkese de yazıklar olsun!
"leylailemecnunman" oldum resmen. eroinman'lere taş çıkartırım yemin ediyorum. ufff. bakın yine canım erdal abi'yi çekti.
ismail abi. ısırıcam.
"o gemi gelecek mecnun"
ve son olarak yakşamlar.

Wednesday, June 13, 2012

-

öyle böyle değil baya bi içesim var.

ama aşırı böyle.

nam-ı değer "amı götü dağıttım" şeklinde.

içesim var. arkadaşlar.

deli gibi sarhoş olasım var.

hatta sarhoşluğun etkisiyle kusasım bile var.

içesim var arkadaşlar.

özledim.

Sunday, June 10, 2012

>>

bi gece daha sabaha uyanıyo.

bi gece daha seni özleyerek geçiyo.

bi gece daha içtim.

bi gece daha parmak uçlarım sigara koktu.

bi gece daha küllük izmarit ile doldu.

gel demiyorum.

beni de götür.

-

bazen garip bi'şiy oluyo.

böyle acayip garip oluyo ama.

onu düşünürken birden telefonuna mesaj geliyo.

mesaj ondan oluyo.

acayip şeyler oluyo arkadaşlar.

çok acayip.

^

yine içimde bi özlemle uyandım. yine sol tarafımdaki boşluk varlığını hissettirdi. yine huzursuz oldum sabah sabah. yine iliklerime kadar özledim.
"gel" demicem bu sefer. her "gel" dediğimde benden bir şeyler götürdün çünkü. hep yarım bıraktın bende bir şeyleri. hep bitirdin. hep bittik biz. hiç başlayamadık. bi türlü ileri gidemedik, hep geriledik. ve ben her seferinde yalnız kaldım, hep başa döndüm. bunların hiçbiri artık umurumda değil.
çünkü bir daha sana "gel" demicem. gelme. gelmemen en doğrusu. zaten bulunduğum yer senin gelmen için uygun bir yer değil. duvarlar üzerime geliyor...
yaktığım sigaranın dumanında boğuluyorum bu sıralar. içtiğim viskinin etkisiyle dönüyo başım. bazen yanımda oluyorsun o sıralar ama ayılınca gidiyorsun. artık gel demiyorum.
gelme.
ya da geleceksen, yanında viski de getir. ayılınca gidersin. ayılınca yine yalnız kalırım. ayılınca yine her şeyin boktan gittiğini hatırlarım. ayılınca yine viski içerim. ya da bira. sahi, en son ne zaman birayla sarhoş olmuştum? hatırlamıyorum. sanırım olmadım. birayla sarhoş olan insanları da hiç anlamadım. anlamıcam. hep ilginç gelecekler bana, hep farklı gelecekler. hep zayıf gelecekler, güçsüz gelecekler. bazen onlar gibi güçsüz olmayı diliyorum aslında. yokluğunda hemen yıkılmayı diliyorum. hiç savaşmadan hemen yenilmeyi. barış bayrağını havaya kaldırmayı! uyumayı diliyorum...
şimdi. gelme. geleceğin yer güzel değil. geleceğin yer, enkaz. yıkıldı. yıkıldık. bittik. gelme. beni de kurtar buradan. gelme. beni de götür. gittiğin her yere. gelme...

Friday, June 8, 2012

>>

bazen bulunduğum yere ait olmadığımı düşünüyorum.
oturduğum bu koltuk bana ait değilmiş gibi,
kucağımda uyuyan kedi benim kedim değilmiş gibi,
telefon ile mesaj attığım adam benim sevgilim değilmiş gibi,
bu ev benim evim değilmiş gibi.

ne garip. ne kadar boş. ne kadar anlamsız. bir şey ifade etmeyen... yaşıyor muyuz? cevabım evet, ama kalbim bunu doğrulamıyor. gidelim buralardan. çok uzaklara gidelim. kalbimizi acıtmayan bir yere, uzaklara gidelim. bi yolculuğa çıkalım, geri dönmeyelim. gidelim buralardan. gidelim.